Pazar, 23
Aralık 2012
Kadıköy-İstanbul
Ali
Erdoğan ve Kabare Dev Aynası
Sinemaya ve tiyatroya eskisi kadar çok
gidemiyorum; özellikle Anadolu yakasına taşındığımdan (1986) beri böyle. Merdivenköy’den
Kadıköy’e inince (1992) sanat etkinliklerine biraz daha yaklaşma olanağım oldu.
Merkezde oturmanın olanaklarını kullanmaya çalıştım ve bu devam ediyor. Ancak
insan bir “oda yayınevi” yönetiyor ve bir de dergi yayımlıyorsa dışarıyla
bağları büyük ölçüde kesiliyor. İris Yayınları’yla geçen 13 yılımın bir bakıma
özeti bu.
Yayınevini tasfiye ettikten sonar
(2003) kendimi kuş gubu hafif hissettim. Yeni bir düzen kurmak zorunluluğuna
karşın, bağımsız bir araştırmacı, yazar ve editor olarak çalışmak kişisel
hayatıma daha çok zaman ayıracağım anlamına da geliyordu. Kadıköy, Beyoğlu
yakasıyla karşılaştırılamayacak olsa bile sanat etkinlikleriyle dolup taşan bir
semttir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu ve özel topluluklar
Kadıköylülerle dolup taşıyor her gün.
Kadıköy Belediyesi’nin Barış Manço
Kültür Merkezi, birçok özel tiyatronun perde açtığı yerdir. Giriş katında çok
güzel ve özel modern bir kahvehane var. Dekorasyon, aydınlanma ve müziği; mutfağı,
garsonları ve müşterileri gerçekten insanda daima iyi duygular yaratıyor.
Kadıköy’e yerleşeli yıllar olmasına karşın, bu mekâna dadanmam Necati Güngör’le
buluşmalarım dolayısıyla oldu. Necatiy’le hâlâ –genellikle– burada buluşuyoruz;
bazen Mümtaz Arıkan da katılıyor. Birkaç hafta önce yitirdiğimiz Burhan Günel
ile de burada buluşmuştuk, Necati’yle birlikte. O son görüşmemiz olmuştu,
Burhan ağabeyle.
Ali Erdoğan’ın Kabare Devaynası da Barış Manço Kültür
Merkezi’ne demir atan gruplardandır. Ali, sahnelediği oyunları genellikle
kendisi yazıyor. Onunla yetinmiyor, mizahi-yergici şiirler yazıyor. Ne de olsa
Devekuşu Kabare’den geliyor; yolunun oraya çıkması da boşuna değil kuşkusuz. Kabare
Devaynası’nı ilk kez geçen yıl, yaz aylarından birinde Kadıköy Halkevi’nde
izleme olanağı bulmuştum. Topluluk, Şakayla
Söyler Haldun Taner’i, yazarımızı yitirişimizin 25. yıldönümü dolayısıyla
sahneleme inceliğini göstermişti. Kabare Devaynası’nı sahne ışıkları altında
ilk kez bu oyunla izlemiştim.
Bu kez, Barış Manço Kültür Merkezi Sahnesi’nde Bize Bir Haller Oldu’yu izledim. Ali
Erdoğan’ın yazdığı oyun, küçük bir oyuncu kadrosuyla sahneleniyor. Oyun,
Türkiye’nin ve dünyanın içinde bulunduğu yıkımı, küçük insanlar üzerinden yergi
diliyle anlatıyor. Bu bir bakıma, bütünüyle değilse de epeyce “erdem”li “eski
hayat”ımızı gömen, “erdem”sizliklerle dolu “yeni hayat”ımızı ele alıyor.
Oyunu izlerken, kabare tiyatrosunun Türkiye’deki tarihini
ve işlevini düşündüm bir yandan da. Haldun Taner’in kurucusu olduğu Devekuşu
Kabere Tiyatrosu, Metin Akpınar ve Zeki Alasya’nın yönetiminde 1992’de hayatını
sonlandırdı. Devekuşu Kabere, kurulduğu 1967 yılından başlayarak 12 Mart 1971’e
değin en önemli yıllarını yaşadı ve tiyatromuzu derinden etkiledi. Anadolu’ya
turneye çıkan eski vodvil gruplarının yerini bu sefer iyi-kötü kabare grupları
almıştı. Devekuşu Kabere Tiyatrosu’nun kendini kapatmasından sonra kabare tarzı
tiyatro yapan grupların durumu hakkında bir bilgim yok. Ali Erdoğan,
ustalarının perdeyi yıkmalarından 9 yıl sonra kuruyor tiyatrosunu ve bugün hâlâ
sahnede, ramp ışıkları altında yergisini sürdürüyor.
1990’larda İngiltere’de yeni bir tiyatro akımı kendini
gösterdi: in-yer-face theatre
(suratına tiyatro veya yüzevurumcu tiyatro) olarak adlandırılıyor. Bu tiyatro
anlayışıyla yazılmış oyunları İstanbul’da DOT sahneliyor. Oyunlarda şiddet,
cinsellik, uyuşturucu ve cinayet gibi öğeler kendini gösteriyor. İki yıl önce Mısır Apartmanı’nda daha önce konut olarak kullanılan bir mekânda, boşluğa
yerleştirilmiş iğreti bir oturma düzeniyle ve odanın bütününün sahne olarak kullanıldığı
bir DOT oyunu izlemiş ve sarsılarak çıkmıştım. “Yüzevurumcu tiyatro” bugün
dünyaya hızla yayılıyor. Bu yenilik, Berlin’i ikiye bölen duvarın yıkılışıyla
başlayan sürecin çocuğudur; tıpkı Yeşiller Hareketi gibi...
12 Eylül Darbesi sonrası İstanbul’da faşizme karşı bütün
sanat alanları yeni olanaklar arıyordu. Büyük tiyatrolar televizyon karşısında
dayanamamış; devrimci tiyatrolar faşist yönetim karşısında sahne bulamamış;
birçok tiyatro sanatçısı tutuklanmış; genç edebiyatçılar fotokopiyle sınırlı
sayıda yayımlanan fanzin türü
dergiler yayımlamıştı.
Yazko’dan ayrıldıktan sonra Mustafa Kemal Ağaoğlu,
Cihangir’de –bir kültür sanat mekânı olan– BİLSAK’ı kurmuştu. BİLSAK Tiyatro
Topluluğu’nun Çehov’dan sahnelediği bir hikâyeyi izlemiştim; Soğan Sokak’taki
eski binanın üst katlarının birinde. Dairenin uzun salonunda, duvar çevresince
yerleştirilmiş basit sandalyeler ve hatta yerlere oturmuş izleyiciler, salonun ortasında bir Çehov yorumu izliyordu.
Klasik tiyatro mekânlarının eğemenlerce el
konulduğu bir dönemde, tiyatrocular yeni mekânlar yaratıyor ve o mekân doğan oyunlarla “karşı” bir tiyatro yaratıyorlardı. 12
Eylül sonrası demokratikleşme sürecinin en tipik ve unutulamayacak
mekânlarından biri de Tarlabaşı’ndaki Manastır idi. Tiyatro sahneleri, resim,
fotoğraf atölyeleri ve galeriler; bütünüyle sıradışıydı.
1990’larda yeniden biçimlenen sanat ve edebiyatın, dünya
ile ortak noktaları olmasının ana nedenlerinin başında kuşkusuz Sovyet komünizminin
tasfiyesiydi. Ve bu sürecin ister istemez hızla dünyaya yaydığı “geçmişle
yüzleşme” eylemi...
Kabare tarzı tiyatro dünyada daha çok müzikal olarak
kendini gösteriyor. Politik kabare tiyatrolarının dünyadaki durumu hakkında
bilgim yetersiz; ancak bu tiyatro anlayışının 1960’lardaki biçimiyle varlığını
sürdürdüğünü sanmıyorum. Bizde kabare tiyatroları kendilerini yenileyemedi;
buna Devekuşu Kabare de dahil. “Eleştiri” gücü önemlidir, onun hangi “araç”larla
sonuca ulaştığı da önemlidir. İçerikler, daima yeni bir dil ve biçim ister. Bu
yapılamazsa, o “şey”ler eskir ve “söz”ü beklenen “etki”yi göstermez.
Kabare Devaynası’ndan izlediğim ikinci oyun sonunda bu düşüncelere
uçuştu belleğimde.
hocam selamlar, "Türk edebiyatında futbol" kitabınızı hep "tükendi" olarak görüyorum sitelerde. nereden bulabiliriz haberiniz var mı acaba?
YanıtlaSil