17 Aralık 2010 Cuma

Sezgin Burak ve Tarkan

Güldiken Günlüğü



Cuma, 17 Aralık 2010
Son yıllarda çizgi roman kitaplarının gördüğü büyük ilgi, önce Karaoğlan’ı, sonra Tarkan’ı yeniden tutkunlarıyla buluşturdu. Suat Yalaz’ın Karaoğlan’ı, son yayın sırasında 100 cıvarında kitaba ulaşmış, ancak sonrası gelmemişti. Sezgin Burak’ın çizgi kahramanı Tarkan ise bu yıl, Turkuaz Kitap tarafından yeniden yayımlanıyor... Toplam 9 kitap çıktı bu yıl; dilerim bu ilgi sürer.
Türkay Burak ile çocukları Tan, Tarkan ve Mine Burak TASEYAD’ı (Tarkan Çizgiromanı’nı ve Sezgin Burak’ı Yaşatma Derneği) kurmuşlar. Derneğin ilk kalıcı etkinliği bir kitap olmuş: Tarkan’ın Yaratıcısı Sezgin Burak - Hayatı ve Eserleri (2009). En önemli atılımları ise, Tarkan’ın yeniden yayımlanması olduğu açık. Burak şanslı; onu çok seven ve anısını geleceğe taşımak isteyen bir ailesi var. Bu, uzaktan bile görülebiliyor.
Kitabı, Türkay Burak hazırlamış; ancak ailece elbirliğiyle çalışıldığından kuşkum yok.
• Her şeyden önce Sezgin Burak gibi önemli bir çizgi roman sanatçısının yaşamı ve yapıtları üzerine bir kitap yayımlanmış olmasına seviniyorum. İçinde çok sayıda fotoğraf, çizim ve belge yer alıyor.
• Türay Hanım, Sezgin Burak’ın Kafkasya’dan göçle Adapazarı’na gelip yerleşen Çerkes ailesinin hikâyesini ana çizgileriyle anatıyor. Ayrıca, Sezgin Burak’ın, aile büyüklerinden dinlediği hikâye ve neredeyse masalların Tarkan serüvenlerinde nasıl kullanıldıklarından da söz açıyor.
• Metin, insan olarak Sezgin Burak’ı olduğu denli bir aileyi de tanıma olanağı veriyor bize. Ve kuşkusuz 1970’lere değin uzanan kısa ömrün yaşadığı sıradışı çizgi serüvenlerini de.
• Bu anlamlı metnin ne yazık ki, anlatım sorunları var. Oysa iyi bir editör işi kurtarabilirdi. Burak ailesiyle soru-yanıt üzerine kurulu uzun bir söyleşiden çıkarılacak kurgusal metin, çok başarılı bir kitap ortaya koyabilirdi.
• İkinci olarak kitabın tasarım sorunları var. Kitap, sıradan bir tasarım bilgisinden bile uzak kalmış.
• Üçüncü olarak kitapta metinden daha çok yer tutan görsel malzeme; yani çizgi, fotoğraf ve belgeler bugünün dijital teknolojisinden yeterince yararlanamamış.
• Kitaba, (158 sayfa, 16x24cm.) taşıyamayacağı denli çok –ve bazıları elenebilir– görsel malzeme yüklenmiş.

Bütün bu aksaklıklar, önemli bir olanağın iyi değerlendirilemediğini gösteriyor. TASEYAD’ın özverili ve iyi niyetli çabaları, yayın hazırlık sorunlarını ortadan kaldırmıyor.
Her şeye rağmen, Sezgin Burak ailesini kutluyor, çalışmalarında başarılar diliyorum.

16 Aralık 2010 Perşembe

Haydarpaşa Yanıyor!

Yaşam Hazretleri





Pazar, 28 Kasım 2010
Haydarpaşa Garı’nın yandığını akşam televizyon haberlerinden öğrendim. Yangını söndürme çabaları habere eşlik ediyordu. Bu cânım yapı yandı mı, yakıldı mı? İstanbul’da böyle önemli bir bina yanıyorsa, orada mutlaka bir pislik vardır! Bayram değil, seyran değil ateş Haydarpaşa'yı nicin öptü! Belli ki, bundan birilerinin çıkarı var.
Yapının –sonradan ekleme– çatısı tümden yanmış... 1917’de I. Dünya Savaşı sürerken bir bomba düşer, Haydarpaşa’ya. Bir gazete, bombalamanın ardından Enver Paşa’yı garda inceleme yaparken gösteren bir fotoğraf yayımlar. Osmanlı dönemi gazetelerini tararken görmüştüm bu fotoğrafı... Haydarpaşa’nın üstü, işte bu saldırı sonrası örtülmüş.
Basın ve medya, bu yapının daha önce bir, iki kere yandığını ve bir kez de depoya bomba koyularak sabotaj yapıldığını yazdı. 1917’deki bomba olayından söz açmadılar.
Bu yıl öteki hayatına uğurladığımız sevgili dostum Ferit Öngören’in olağanüstü İstanbul çizimlerinden biri de Haydarpaşa üzerinedir. O, bir söyleşimizde Haydarpaşa’nın tek yapıdan oluşan bir sempt olduğunu söylemişti. Şaşırtıcı ve bir o kadar da doğru bir tanımlama. Bu Ferit Öngören farkıdır işte. Yaşıyor olsaydı, derinden yüreği sızlardı.


Güldiken Günlüğü'ne Başlarken







Cumartesi, 4 Aralık 2010

“Güldiken günlüğü”ne, yıllar önce Güldiken'de (Güz 1993, Sayı: 2) başladım. Derginin acımasız yükü altında ancak dört sayı sürdürebilmişim. (O günlükleri de bu blogda yayımlayacağım, meraklısı okuyabilir). Bir internet sitesi kurmayı, hatta sanal bir karikatür müzesi kurmayı bile hayal ettim; ne ki, ekonomik olanaksızlıklar nedeniyle bu adımları atamadım. “Blog”un çıkışı interneti demokratikleştirdi. Herkes artık parasız ve çok kolay bir biçimde kendine bir kürsü kurabiliyor.
Ben, bu blog işinde de geç kaldım. Son dört yılımı kütüphanelerde sürtmekten, Karikatürkiye’yi inşa etmekten kendime zaman ayıramadım.

“Güldiken günlüğü”ne, geniş anlamıyla mizah kültürüne ilişkin düşünceler, duygular, gözlemler ve eleştiriler yazacağım. Eskiden yazılarımızı yayınlayacak yer aramak yorar, bıktırırdı bizi. Şimdi öyle değil. İnternet her insanı bir yazar ve bir yayın yönetmeni kıldı. Bunun nimetleri bitmekle tükenmez; ancak insanı abat da eder, berbat da!
Günlerimiz, daima neşeli bir sorumluluktan yana olsun.