10 Kasım 2011 Perşembe

Komşu Sesleri


Yaşam Hazretleri



Perşembe, 10 Kasım 2011
Oturduğum bina, üç girişi olan dört katlı, yatay uzun bir bina. 1960’larda yapıldığını sanıyorum. Dairem, orta bölümün üçüncü katında. Sağ bloktaki daire komşumu sadece seslerinden tanıyorum. Televizyon ya da müzik aletlerini yüksek sesle izlemiyor, dinlemiyorlar. Gürültücü bir aile olduğunu söyleyemem; bu bakımdan da rahatım. Ancak, uzak aralarla da olsa, çok geç saatlerde karı-koca arasında söz dalaşı oluyor. Konuşmalardan evde bir de bebek veya küçük bir çocuk olduğu anlaşılıyor. Daha çok kadının baskın sesi ulaşıyor kulaklarıma. Kocası az da olsa yanıtlıyor onu.  

Dün kitap okurken komşumdan sesler yükselmeye başladı. Saat sabahın 05:00’i olmuş karı-koca atışıyor. Sesler her zamankinden daha yüksek çıkıyordu; bir tanıklık yapmak istedim ve not aldım:

Kadın– Okudum da ne oldu?
– ...
Kadın– Sevgilim bana mesaj atmazken, elaleme mektup yazıyor!
– ...

Belli ki, koca internetin başında.

Kadın– Bana böyle davranabilmen için ben sana ne yaptım?

Kadın bu sözleri iki kez yineliyor ve sonra daha yüksek bir sesle:

Kadın– Yaklaşma bana, diye bağırıyor.

Sabahın 07:00’sine değin bu dalaşma, kısa ve uzun aralarla sürüyor.

Aziz Nesin’inin oyunlarından birinde komşu seslere çok yer verilir. Öldürsene Canikom, Tut Elimden Rovni veya Çicu’da, tam olarak anımsayamıyorum hangisinde olduğunu. Oyuna “cuk oturuyor”du komşu dalaşmaları.

Kitabımı kapatıyorum.
Önce salonun penceresini açıyor, sonra –arkada– kapalı balkon penceresini açıyorum. Pencereden arka bahçedeki çınar ağacına bakıyorum. Çoğu dökülmüş solgun yaprakların üşüttüğü o eski çınara bakıyorum. Bir ağacın yapraksız yaşayacağı yalnız ve soğuk günleri düşünerek derin bir nefes alıyorum yeni günden ve uyumayı umarak odama çekiliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder