25 Ekim 2011 Salı

Bir Kadının Söylediği

Yaşam Hazretleri



Cumartesi, 23 Ekim 2011
Vapurdan indiğimde akşamın lâciverdi Kadıköy’e inmişti. İskele meydanını birkaç köşeden kıskaca almış olan büfelerden yayılan kötü kokular (balık ızgara, kırmızı ve beyaz et dönerleri) arasından ağzımı burnumu –her zamanki gibi– mendille kapatarak ve uzun adımlarla uzaklaştım. Konservatuar’ın saçağına geldiğimde önümde, işi sanki çok aceleymiş gibi yürüyen bir kadını fark ettim. Yürüyen kalabalığa rağmen, ondan çıkan sesler dikkat çekiciydi. Yüzünü göremiyordum. Hafif kamburumsuydu. Koyu giysilerinin renkleri, geceye rağmen fark edilebiliyordu... Işıklara geldiğimizde, her zamanki gibi “kırmızı”ya rağmen süren yaya akışına dahil oldu, kadın. Bu sefer, ben de “yeşil”i beklemek istemedim; çünkü bu kendi kendine yüksek sesle mırıldanan kadını biraz izlemek istiyordum– bu benim eski bir alışkanlığımdır.

Giderek koşmak zorunda kaldım kadını dinleyebilmek için; Yapı Kredi Yayınları’na doğru yöneldi. Herkes karşıya geçerken, o beklemekte olan otolara doğru yürüdü ve ilerden karşıya geçti. Ben bu arada karşı trafik direğinin altında onu izliyordum. Bana doğru yürümeye başladı... Yanımdan geçerken, ağzından kavga eder gibi dökülen sözcükleri duyabildim: “Bak Türkiye ne halde... ne yaptın sen.... kahpeler... Ne yaptınız Türkiye’ye... şimdi ne yapacağız... Bok herifler...” Bu ve buna benzer sözcükleri makineli tüfek gibi ardı ardına savuruyordu... Sesi giderek o denli yükseldi ki, çevresindeki bütün yayalar durup ona bakmaya başladı...

Tanımıştım onu; birkaç gün önce Karaköy İskelisi’nde vapuru beklerken o da salondaydı. Yerinde duramıyor, sürekli volta atıyordu. Bir elini, yüzünün çeşitli yerlerine sürekli kâğıt bir mendil gibi dokunduruyordu. Sonra sağ elinin ayasını ağzına değdirip değdirip duruyordu... Ve birşeyler mırıldanıyordu, sessizce... İstanbul’da gördüğüm kaçıncı kadın meczup bu? Onlara üzülüyorum; ancak elimden bir şey gelmiyor ne yazık ki...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder