25 Ekim 2011 Salı

Gürbüz Doğan Ekşioğlu Üzerine


Güldiken Günlüğü   
                                                                                                    
                                                                                                                                                                                                       
                                                                                                    Perşembe, 23 Aralık 2010
Cumhuriyet’ten etkilenip (daha çok reklam avcılığı için) haftada bir yayımlanan kitap eklerine en önemli katkı Radikal’den gelmişti... Zaman, Yeniyüzyıl, Sabah, Vatan, Evrensel, Bir Gün ve başkaları kitap eki yayımlıyor her hafta. Hepsinin bir biçimde kültürel hayata katkısı var kuşkusuz. Ancak 2005’ten bu yana Milliyet’in yayımladığı aylık kitap ekini, diğerlerinden ayıran önemli bir özeliği var: Kapakları.


Sabahattin Ali

İlk sayısından başlayarak –dönüşümlü olarak kapak resimlemeleri çizen– Selçuk Demirel ile Gürbüz Doğan Ekşioğlu’nun varlığı Milliyet Kitap’a önemli bir ayrıcalık sağlıyor. Bu ayrıcalık, daha önce kullanılmamış bir resimlemenin derginin kapağı için yaratılıyor olmasından kaynaklanıyor. Bunu, yayıncılığımıza olduğu denli çizgi sanatımıza da yapılmış bir katkı olarak görüyorum.
Bu ekleri yayımlayan yöneticiler, kapaklar için resimleme ya da fotoğraf gibi kendisi için yaratılmış yapıtlar ısmarlamaktan kaçınıyorlar. Bunun ilk nedeni kuşkusuz ekonomiktir. İkinci –ve daha önemli nedeniyse– dergilerin yayın yönetmenleridir. Onların görgüleri ya da yaratıcı yayıncılık konusundaki seviyeleridir.

Turgut Uyar

Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Milliyet Kitap için gerçekleştirdiği resimlemelerini (kendisi, “illustration” sözcüğünün Türkçeleştirilmiş biçimi olan “illüstrasyon”u kullanmayı yeğliyor.) Teşvikiye’de (İstanbul) Füsun İnan Artgallery’de (4-31.12.2010) sergiliyor.

Gürbüz Doğan, Milliyet Kitap’ın “yüz”üne, derginin istediği “konu” üzerine bir iş gerçekliştiriyor. Bu konular başlıca şu kavramları içeriyor: yazmak, okumak, edebiyat, edebi türler, yaratıcılık, özgür yaratıcılık, kitaplar ve yazarlar...
Gürbüz Doğan, bir yazarın “portre”sini çizecekse, onun fotoğraflarına bakarak kendi biçemiyle bir “benzer”ini çıkarmıyor. Bu tür bir yaklaşım onun dünyasının dışında kalıyor.
Yaratıcı, burada da güç olanı seçiyor ve öncelikle verili olanı içselleştirebilecek bir “fikir” yaratıyor; buna “buluş” da diyebiliriz. Aşağı yukarı eskiz olarak kurulan görüntüyü, bugüne değin oluşturduğu görsel dili devreye sokarak işliyor.

Orhan Pamuk

Karşılıklı iki duvarı donatan yapıtlar, bende alışılmadık duygular yarattı. Nicedir kültür alanına yönelik böylesi bir sergi açılmamıştı... Özellikle yaratıcıların portreler çok etkileyici. Gürbüz, kültür hayatımızı yaratanları, kendi dünyasının bir parçası olarak yorumlamayı başarıyor... Hepsi sıra dışı resimlemeler... Ben, bu işlerin resimleme olduğu denli, karikatürsel olduklarını da düşünüyorum.
Yapıtları izlemeye doyamadım; hem Gürbüz ile hem yaratıcılarımızla gurur duydum. Yapıtların tümünü Türkiye’nin kültür varlıkları hazinesinden sayıyorum. Bu yapıtların bazılarını, devlet ya da sivil müzeler satın almalı ve koleksiyonlarını zenginleştirmeliler.

Kitaplar

Gürbüz Doğan Ekşioğlu Üzerine*

I
Gürbüz Doğan Ekşioğlu'nun çıkışı, farklıydı. Herkes dönüp ona baktı ister istemez. Bu farklılığın geçici bir heves olmadığını anlamak için zamana gereksinme vardı. 1970'lerin ikinci yarısından başlayarak gerçekleştirilen çeşitli uluslararası karikatür yarışmaları bize binbir çeşit çizgi dünyası sunuyordu. Özellikle Orta Avrupa ve SSCB'den gelen yapıtlar genç çizerleri etkiliyordu. Gürbüz'ün öğrencilik ve karikatüre yönelme yılları tam da bu sürece denk geliyor.
Fakat sabırlı ve kararlı bir çizer adayıydı. Basın, sanat basını onu çabuk keşfetti. Yazınsal metinlere eşlik eden iş'leri son derece dikkat çekiciydi. Dergiler bir metne eşlik eden “çizgi”leri “resimleme” ya da “illustration” olarak tanımlanıyordu. İster istemez Gürbüz için de geçerliydi bu tutum. Çizgi serüveninin ilk yıllarında ana ilgi alanı dışına da kapak ve çizgisel işler yapmıştı. Ama o sanat-kültür dünyasının adamıydı. En çok ve sıklıkla Hurriyet Gösteri ve Milliyet Sanat Dergisi için sabırla, bir kuyumcu titizliğiyle çalıştı.
Gösteri 1980'de yayımlanmaya başladı. Derginin ilk on beş yılında iç sayfalara ve kapak için çok sayıda çalışma gerçekleştirdi. Aynı süreçte bu dergiden birçok çizer geldi geçti. Bu iş'lerin tümü salt dergi sayfalarında, şiir ya da hikâyelerin yanında kaldı.
Oysa Gürbüz, emeğini başka bir zemine taşıyabildi.



II
Gürbüz, sanat-kültür dergilerinin şiir ya da hikâyeler için kendisinden istenen “resimleme”lere verdiği görsel karşılık benzerine az rastlanır bir yaratış “tutum”u içeriyor. Öyle bir kompozisyon kuruyor ki, ortaya çıkan iş, hem metne hem “kendi”ne eşlik ediyor. Yani, Gürbüz'ün iş'i, - yer aldığı sayfa dışında - tek başına bir sanat yapıtı olarak da varolabiliyor aynı zamanda. Bu “matematik”, benzersiz bir tutum olarak karşımıza çıkıyor. Gürbüz, çalışmasını başka bir düzlemde “karikatür” olarak algılıyor. Çünkü iş'ini bu doğrultuda inşa ediyor. Karikatürümüzde binlerce “vinyet”, olduğu yere hayat verip orada ömrünü tüketmiştir. Türk basınında yazınsal ya da tersi metinlere eşlik ettikten sonra bir sanatçının dünyasını yansıtabilen ikinci bir mizahi çizgisel dünya gösterilemez. Bu tutum Gürbüz'le başlamamış olabilir. (Örneğin Turhan Selçuk ve Tan Oral'dan söz açılabilir.) Gürbüz ise sanatsal ustalığını neredeyse bu çalışma biçimiyle oluşturmuştur. Bu süreçte kuşkusuz “metin”lere bağlı olmaksızın, özellikle karikatür sergi ve yarışmaları için gerçekleştirdiği çok sayıda yapıtı da var. Ancak, editörlerin “resimleme” davetlerini, “karikatür”le yanıtlamıştır.


III
Gürbüz'ün “iş”lerinin “resim”, “grafik resim”, ya da “karikatür” mü olduğu konusu yıllar önce tartışıldı. Oraya dönmek değil amacım. Gürbüz'ün işlerini resim ve grafiğin bütün olanaklarını “humour”la harmanlayan karikatürler olarak görüyorum. Alışık olmadığımız bir karikatür dünyası bu. Kuşkusuz Batı'da eskimeyen ustaları var bu farklı dünyanın. Magrit hemen akla geliyor... Gürbüz'ün Magrit'ten etkilenmediğini söylemek safdillik olur. Kanımca G.G. Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık'ı olmasaydı, Latife Tekin'in Sevgili Arsız Ölüm yazılamayacaktı! En azından başka bir roman olacaktı o. Ama iyi ki Yüzyıllık Yalnızlık varmış; çünkü bir Türk yazarının “sahne”ye çıkışında elinden tuttu. Önemli olan sanat erinin, o ilk kıvılcımdan sonra yolu nasıl yürüyeceği... Gürbüz'ün dünyasına da böyle bakabiliriz, bakmalıyız kanımca. Onun son on yıl içinde okyanus ötesi yayın dünyasından ilgi görmesi boşuna değil. Sadece New Yorker örneği bile yeterli.



IV
Gürbüz, temaların karikatürcüsüdür bir bakıma.
“Güvercin, “Kedi, “Fare, “Uçurum, “Ağaç, “Yaprak, “Merdiven, “Çicek, “Sarmaşık, “Tren”, “Vapur”, “Doğa”, “Mutfak Eşyaları”, “Su”, “Havuz”, “Aşk”, “At”, “Kadın”, “Geçmiş”, “Gelecek”, “Umut”, “Barış”, “Duvar”, “Çukur”, “Kent”, “Gökyüzü”, “Kafes”, “Güzellik”, “Tutku”, “Saat”, “Çöl”, “Piramit”...
Onun yapıtları, bu imgelerle havalanır... Bir tema etrafında bıkmadan döndüğünü görürüz. Aynı imgelerle, her seferinde farklı sözler söyleyebilmek –araçlarınız ne olursa olsun– sizi etkileyici bir “şiir”e ulaştırabilir.

V
Gürbüz, basın karikatürcüsü değildir. Atölyesinde bir ressam tavrıyla çalışır. Önce fikir, sonra eskizler... Tasarım, çizim ve renkler konusundaki arayışın sonunda asıl çalışma başlar. Günlerce sürecektir işçilik... Yapıtlarına giydirdiği doku, bir tür parmak izi gibidir. Birbirini –birçok eğimde– kesen geometrik çizgiler, mükemmel bir estetikle kurduğu yapının telörgüsü gibidir. Sonra renklerle bu yapıyı kuşatır. Onun işleriyle yüzyüze geldiğimiz ilk an'larda bizi saran etkileyici görüntü, büyüseldir. Çünkü neredeyse gerçek dışıdır. Şiigürbüzrselliğinin ana kaynağı gerçeküstücülüktür.

VI
Gürbüz'ün yapıtlarında mekânlar önemlidir. İnce ince kurulmuş mimari yapılardır. Bu tutum, ona felsefi söz söyleme olanağı da tanır. “Çöl”, “uçurum”, “merdiven”, “çukur” gibi imgelerle kurduğu yapıtlarında bu söyleyişi belirgindir. Yapıtlar, bütün zamanlarda konuşsun diye kurulmuştur. Karamsar değildir. İnsandan ve insanlıktan umutludur. Yapıtlarının, onurlu “söz”ü daima yüksek tutsun ve insanlığın mutluluğuna hizmet etsin ister. Bu nedenle dünyanın içinde debelendiği o büyük girdaba karşı cennetmekân tablolar indirir!
Cemal Süreya, Enis Batur için yaptığı bir değerlendirmede onun kendini bir kale gibi kurduğunu söylemişti. Bu sözü şair ustadan ödünç alıyorum: Gürbüz, karikatürümüzde kendini kale gibi kurmasını başarmış ender yaratıcılardan biridir.



*) Eczacıbaşı Sanal Müze’de 2-3 yıl önce açılan ve kratörlüğünü üstlendiğim Gürbüz Doğan Ekşioğlu Sergisi için yazdığım ve yakın bir tarihte Sözcükler'de yayımladığım (Temmuz-Ağustos 2011, Sayı: 32) metni aşağıya alıyorum. Çünkü, Gürbüz’ün sanatı üzerine genel olarak nasıl düşündüğüm de bilinsin istiyorum.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder