25 Ekim 2011 Salı

Gogi Mikeladze’nin Şiirsel Dünyası

Yaşam Hazretleri





Cuma, 21 Ekim 2011
Gogi Mikeladzenin (d. 1946) resim ve obje sergisinin –geçen çarşamba günü yapılan– açılışına katılamamıştım; çünkü o saatlerde bir toplantım vardı. Oysa günlerdir bu sergiyi merakla bekliyordum... Aynı galeride geçen hafta şair Dato Magradzenin Türkçede yayımlanan ilk şiir kitabı Salvenin davetine gittiğimde galerinin kurucusu ve yönetmeni dostum Ömer Güneş söylemişti. Sergi davetiyesindeki resim, merakımı kamçılamıştı... Bugün işlerimi erkenden bitirince Beyoğluna attım kendimi...

Pirosmani Sanat Galerisine girdiğimde izleyici yoktu. Ömer Bey, görür görmez, yerinden kalkıp beni karşılamaya koyuldu... (Bu galeriye, sadece Gürcü sanatının sergilerini değil, onu  de görmeye giderim.) Önce sergi için çoğaltılmış olan metni verdi bana. Okudum... Mikeladzenin Tiflis Academy of Art Faculty Panting Department of Cinema mezunu olduğunu öğrenince, gerek resim, gerekse –heykel de sayılabilecek– objelerindeki teatral ve sinemasal gösterişlerini daha iyi anladım...




 Bir yandan resimleri ve objeleri izlerken bir yandan da Ömer Bey ile konuşuyoruz... Bana Mikaladzenin yaptığı işlerden söz açıyor... Birçok film için sanat yönetmenliği yaptığını, bunlardan birinin de Tengiz Abuladzenin Repentance (Nedamet, 1984) olduğunu söylüyor. İşte buna çok seviniyorum... Çünkü –son sahne dışında– Nedameti çok beğenmiştim. Abuladze, bu filmin gösterimi için İstanbula gelmiş ve ben epeyce kalabalık olan basın toplantısına katılmıştım.
 
Mikaledzenin işleri, yağlıboya ve objelerden oluşuyor... Simgelerle örülü gerçeküstü bir dünya bu... Sergiyi donatan yapıtlarda karşımıza çıkan simgeler şunlar: Ayna, saat, fotoğraf, para, telefon, radyo, bavul, yakkabı, yumurta, orak-çekiç, yıldız, pergel, gönye, din, tanrı, anıt... Bu simgeler, Gürcü toplumunun tarihini, yaşamını ve gerçeklerini –neredeyse– birer düş sahnesi olarak kuruyor, kurguluyor...


 




Giderayak


Mikeladze, SSCB döneminde de muhalif kimliğiyle tanınan bir sanatçı olduğunu söylüyor, Ömer Bey. Nedamette çalışmış olması da bunun bir göstergesi zaten. Yıllarca depoda bekletilen bu film, Gorbaçov dönemini Sovyet Dışişleri Bakanı Eduard Şevardnadzenin özel ilgisiyle gösterime çıkma olanağı bulmuştu... Mikeladzenin yapıtlarında yoğun olarak Sovyet dönemi eleştrisi var; bu yapıtlar –özellikle de bavul dizisi–, gerçeküstü karabasanlar gibi de okunabilir...

Gürcü resmi konusundaki ilk görgümü Niko Pirosmani oluşturuyor; SSCBnin dağılışı sonrası Beyazıt Sahaflar Çarşısına düşen –o görkemli büyük Rusça– albüm, hazinem olmuştu. Sonrası Pirosmani Sanat Galerisinde izlemiş olduğum sanatçılardan oluşuyor... Bu sınırlı birikime, Temmuz 2011de Batum ve Kutaisi yolculuğumda gördüklerimi de ekleyeblirim. Bu iki kentin sanat müzelerinde, sokak, meydan ve parklarında gördüğüm yapıtlar bende iki bakımdan etki yarattı: Gürcü ressam ve heykeltraşların yaratıcılıkları ve toplumun sanat ile kurduğu ilişki.

Buncacık görgüyle baktığımda en çok etkilendiğim sergi Gogi Mikeladzeninki oldu diyebilirim. Zihnimde etkisi hâlâ süren – hayat parçalarıyla kurgulanmış anıların yerleştirildiği, kimi kalın domuz derisi, kimi kamış örgü– bavulların zamanı, sanki bir ağıt gibi galeriye akıyordu... Tuhaf bir ters akıntı vardı ayrıca; bakanı içine çeken bir anafor, bavulların etkisinin soyut imgesiydi.
Sergiyi izleyicilere tanıtan basılı metinde Mikeladzenin, René Magrittei anımsattığından söz açılıyor. Bu çok ince bir etki olarak alımlanabilir ancak; onun dünyası, kaynaklarını silmiş, kendini güçlü, etkili, şaşırtıcı ve şiirsel olarak ortaya kayabilmiş plastik bir dünya olarak görünüyor.
 
Georgi Mikeladze


Şanslıydım bugün, Mikeladze ve eşi çıka geldi sokaktan. Ömer Bey beni tanıştırdı... Turgut Çeviker'in sonuna, dedemlerin lakabı olan "Barataşviliyi de ekledim... Gürcülerin romantik şairi Nicolos Barataşvilinin de dahil olduğu Barataşvili aşiretinin soyadını taşıyor olmam Gürcülerin hemen ilgisi çekiyor.

Ömer Beyin çevirmenliğiyle epeyce şey konuştuk Mikeladze ile. Bütün Gürcüler gibi sıcak kanlı bir insan. Sinemadan, resimden, Gürcistan yolculuğumdan konuştuk. Türkiye ile Gürcistanda geçecek olan hayali film pojemden söz açtım. Sinemayla ilişkim olması ilgisini çekti... Tiflise gidince kendisini aramamı söyledi.

Mikaladze eşiyle birlikte ayrılınca, Ömer Bey birer Türk kahvesi içmeyi önerdi. Severek kabul ettim. O mutfakta kahve yaparken bir izleyici girdi galeriye... Mikeladzenin bavullarından birini satın almış. Tanıştık, ona da kahve yapıldı... Üçümüz neredeyse bir saat söyleştik. Ömer Bey, İngilizce, Fransızca ve Gürcüce biliyor– ne mutlu ona. İtalyan bayan Stefania Catalanotti. Üç üniversite bitirmiş; Boloğna, Paris ve Pekinde. İnanılır gibi değil! Tam bir Akdenizli. Gürcistana da gitmiş. Gürcüleri seviyor, Gürcü sanatına tutkun neredeyse...

Stefania Catalanotti


Gürcistan yolculuğumdan söz açtığımda, bana hangi geleneklerden etkilendiğimi sordu. Öncelikle Aman Allahım herkes Gürcü! diye bir şaşkınlık geçirdiğimi söyledim... Stefania, bu hayretim karşısında sıcak sıcak gülümsedi... Sonra, kentin bizzat kendisinden ve sanat ile ilişkisinden çok etkilendiğimi; içki, –ön bilgilerime karşın– özellikle şarap ile toplum arasındaki ilişki karşısında şaşırdığımı söyledim... Toplumun yoğun bir din tutkusu içinde oluşuna da şaşırdığımı ekledim. Bu gözlemimi onayladı; o da Gürcistan yolculuğunda bunu gözlemlemiş.

Stefania, Türk edebiyatından hangi yazarları sevdiğimi sordu ve ekledi: "Pamuk, Şafak ve Kemal" dedi. Bu üç yazardan başka bir isim bilmiyor neredeyse... Ona, bu yazarlar hakkındaki düşüncelerimi kısaca anlattım. Nâzım Hikmet diye söze başlayınca hemen atıldı ve tanıdığını ekledi. Sonra Sait Faikten söz açtım. Onun bir İstanbul yazarı ve modern Türk edebiyatının en önemli yapı taşlarından biri olduğunu ekeldim. Sınırlı bir zamanda, kısaca bir şeyler daha ekledim. Kendisine Türk edebiyatından öneriler yapmamı rica etti. Yabancı dillere çevrilmiş yazarlarımızdan ona bir liste yapma sözü verdim. Ben de ona, Facebook arkadaşlığı önerdim, sevinerek kabul etti.

Ve zaman geldi...
Turhacıbaşı Sokağa akşam çoktan inmişti.
Galeriden kendimi sokağa attım... 
Galatasaray Lisesinin yüksek duvarının dibinden uzun adımlarla yürüdüm ve İstiklâl Caddesinin azgın kalabalığında kayboldum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder